Montag, 24. September 2012
YAŞASIN GERILLA SAVAŞI..
Devrimimizin başarısı için silahlı mücadelenin doğru kavranması, geliştirilmesi büyük önemdedir. Marksizm-Leninizm-Maoizm bize proletaryanın iktidarı ele geçirmek için silahlı mücadelenin zorunlu olduğunu, bu olmadan zafere erişilemeye-ceğini öğretti. İktidar ele geçirilmeden hiçbir şeyin proletarya lehine gelişemeyeceğini, her şeyin sadece hayalden ibaret kalacağını da öğrendik. İktidarı ele geçirmenin biricik yolu halkın silahlı mücadelesini yaratmak ve geliştirmektir. Bu olmadan faşizmi yok edemeyeceğimizi, aksine sürekli yenilgiler alacağımızın bilincindeyiz. Bu bilinci halk kitlelerine taşımak ve gelecekten beklentilerini ancak kendi elleriyle yaratabileceklerine onları ikna etmeliyiz.
Halk kitleleri var olan gerici iktidardan kurtulmak ve kendi iktidarlarını yaratmak noktasında kesinlikle olumsuz bir yaklaşım içinde olamazlar; sadece buna güçlerinin yetmeyeceğini düşünürler; kendilerinin bu güce sahip olduklarının farkına varamazlar. Bütün mesele kitlelere devrimci yolu göstermek, bu yolun gelişmeye açık olduğunu göstermektir. Ezilenler her zaman ilerici olandan tavır alarak tarihin devrimci yönde ilerlemesine hizmet etmişlerdir. Günümüzde işçi sınıfı, yoksul köylüler, küçük burjuvazi ezilenlerin en dinamik kesimlerini oluşturmaktadır; çünkü onların bu düzenden hiçbir çıkarları yoktur... Onlar öğrendiklerinde gerçek gücün kendilerinde olduğunu, birleştiklerinde, örgütlendiklerinde, silahlandıklarında yönelecekleri yer iktidar olacaktır. Partimiz tam da kitlelerin bu gerçekliğinin farkında olarak devrimci silahlı mücadelenin gelişip güçlenebileceği-ne inanmaktadır. İktidar mücadelesi nihayetinde iki gücün karşılıklı savaşına mecburdur.
Başkan Mao bize şunu söylemişti: "İktidarın silahlı güçle ele geçirilmesi meselenin savaşla çözülmesi, devrimin temel görevi ve en yüksek biçimidir. Bu Marksist-Leninist devrim ilkesi evrensel olarak Çin için ve bütün diğer ülkeler için geçerlidir"
Biz Başkan Mao'nun bu sözünün takipçileri olarak Türkiye'de devrimci silahlı mücadelenin gerçekleşmesi, gelişmesi uğruna gerilla savaşını ısrarla savunmak, onu geliştirmek için yoğun bir çaba içinde olmak zorundayız.
Son yıllarda artan bir şekilde silahlı devrim mücadelelerinin "terörizm" olarak yaftalandığını duyuyoruz. Kitlelerin bilinci "terörizm" yalanıyla bulandırılmakta ve halkın silahlı mücadeleye olan kaçınılmaz eğilimi yok edilmek istenmektedir. İktidarın halk kitleler tarafından ele geçirilmesinin biricik yolu olan silahlı mücadelenin burjuvalar tarafından bu şekilde adlandırılması şaşırtıcı değildir; bu çürümüş demagojiyi her zaman kullandılar; sonucu ise sadece hüsran oldu. Elbette bu demagojik propaganda etkili olmuştur ve bugün de etkili olmaktadır. Ancak bunun nedeni devrimci silahlı mücadelenin yeterince geliştirilmemesi, bu anlamda yapılan hatalardır. Nihayetinde biliyoruz ki kitleler, devrime katılana kadar iki karşıt gücün etkisine açıktır; aldatılmaya açıktır... Devrim gibi karşı-devrim de kitleleri yanına çekmek, tarafsızlaştırmak için çaba harcar. Devrimci irade kitleleri devrime yönlendirirken, karşı devrimci irade onu devrimden uzaklaştırmak için çaba harcar.
Bugün karşı-devrimci iradenin bu konuda görece başarılı olduğu doğrudur. Bir başka doğru da bu başarının temelsiz olduğu, başarısızlığa dönüştürülmesinin mümkün olduğudur. Tam da bunu yerine getirmek için partimizin silahlı mücadele ile ilgili görüşlerinin "terörizm" yaftasına tümüyle aykırı olduğunu, partimizin "terörist" bir bakış açısına sahip olmadığını ve silahlı mücadeleyi halk iktidarı için sürdüğümüzü ortaya koymalıyız.
Öncelikle bir yanılsamanın ortadan kaldırılması gerekir: Kitlelerin tarih boyunca asıl olarak ilgilendiği sorun şiddetin kendisi olmamıştır. Şiddet bir şekilde toplumsal hareketlerin içinde her zaman var olmuştur. Bir kitle yürüyüşünde, bir grevde ya da toplumun kendi içindeki sorunların çözümünde şiddetin bulunmadığını iddia etmek gerçeklerle tümüyle çelişir. Asıl mesele şiddetin kim tarafından, kime karşı ve neden uygulandığıdır. Halkın tutumunu belirleyen öz budur. Tümüyle şiddete karşı olmak, var olan şiddet gerçekliğini görmezden gelmek iktidarların varoluş gerçekliğini inkar etmektir. Bu konuda herkesin bilinci açıktır. Şiddet, yani terör bir gerçekliktir.
Terörizm esasta, siyasal içerikten yoksun, salt nefret, intikam düzeyinde kalan, bireysel bir karaktere sahip; iktidarın ele geçirilmesini amaçlamayan bir anarşist anlayıştır. Uzun bir geçmişe sahip olmasına rağmen terörizm hiçbir zaman siyasal başarılar kazanamamış, güçlü bir toplumsal karakter sağlayamamıştır. Çünkü bunu sağlayacak bir bakış açısına sahip değildir. Terörizmin gücü sadece amaca ulaşmış eylemlerden, başarılı imhalardan, sabotajlardan gelir; asla kitlelere dayanan bir başarı söz konusu olmaz. Bu nedenle görece güçlendiği dönemler olsa da sonucu kesin yenilgiler olmuştur. Kitlelerin terörizmden etkilenmesi ile ilgili olarak şunu unutmamak gerektiğini belirtmekle yerinelim: Terörizmin halk kitleleri tarafın dan benimsemesi genellikle zayıftır ve geçicidir.
Yine terörizm ile ilgili önemli başka bir saptama, kitlelerin devrimci hareketi içinde, belli dönemlerde devrimciler belli düzeylerde bu akımdan etkilenmişler ve uygulamışlardır. Ancak bu esas olarak bir çaresizlik ve zayıflık sonucudur. Özellikle devrimlerin ilk aşamalarında, elbette, daha gerilemiş halde devrimlerin ileri aşamalarında da siyasal ve ideolojik geriliğin olduğu durumlarda terörizm bir eğilim olarak varlığını hissettirir.
Marksizm-Leninizm-Maoizm terörizmi en temel ilkesi ile olumsuzlar; Marksist bilim tarihin (ilk aşaması hariç) sınıflar savaşımı olduğunu ve sınıf mücadelesi ile ilerlediğini savunur. Bu tarihsel ilerleyiş kitlelerin mücadelesi ile gerçekleşir. 'Tarihin motoru sınıf savaşımıdır ve tarihi kitleler yapar.'
Bu temel ilke terörizm ile ilişkimizi kökten keser. Açık ki Marksist teorinin terörizm ile ilişkisinin kökten kesik olması, toplumsal bir gerçeklik olan bu "canavarın" devrimci hareketten tümüyle koptuğunu ifade etmez. Her burjuva hastalık gibi terörizm de devrimci hareketlerin belli süreçlerinde etkili olmuştur. Ancak, ilerleme ve Marksist teorinin yol göstericiliği ile bunlar esas olarak aşılmıştır. Lenin yoldaştan vereceğimiz açıklamalar Mark-sistlerin teröre ve terörizme yaklaşımının ne olduğuna çok belirgin bir ışık tutmaktadır:
"Elbetteki biz, bireysel terörü yerinde bir davranış saymadığımız için reddederiz. Oysa, büyük Fransız Devriminin terörünü "ilke olarak" mahkum edebilen, ya da bütün dünyanın burjuvazisi tarafından kuşatılmış muzaffer devrimci bir parti tarafından genel olarak uygulanan terörü mahkum edebilen kimselerle Plehanov, daha 1900-1903 yıllarında, henüz Marksist ve devrimci iken, alay etmiş, onları gülünç duruma düşürmüştür."
"Dolayısıyla, her şeye rağmen, şeyler ileri doğru hareket ederler. İnanılmaz, tarif edilemez zorluklara rağmen, kilelerin silahlanması ilerler. Bireysel terör, aydınların, zayıflıklarının doğurduğu bu canavar, artık maziye karışmıştır... Şimdi artık halkla birlikte silahlı eylemler gündemdedir. Silahlı mücadeleyi başlatanlar, kendilerini proletaryanın savaşanları ve ileri kesimlerinin başına geçerek, yarın işçi ayaklanmasının gerçekleştiği gün, tecrübeleri ve yiğit cesaretleriyle binlerce, on binlerce işçiye önderlik edecek olan halk önderlerini savaşın ateşinde ve çeliğinde eğitecek; sadece sözde değil fiili olarak da kitleleri kendilerine temel aldıklarında, böyle olacaktır. Yaşasın halkın devrimci ordusunu başlatanlar!.."
"Çok şükür ki, devrimci bir kale yokluğunun, devrimci tecrit olmuş devrimci teröristlerin bir karakter 'haline getirdiği' günler geçmiş bulunmuyor. Bombalar artık tek tek silahşörlerin bir silahı değil halkın cephaneliğinin gerekli bir öğesidir..."
Bütün mesele kitlelerin devrim için silahlanması ve 'halkla birlikte silahlı eylemlerin' gündeme gelmesidir. Terörizmin pratik olarak aşılmasında belirleyici özellik bu olmuştur.
Silahlı devrim mücadelesinin içerdiği şiddetin terörizm ile olan temel farkının ne olduğu burada açıktır. Halkın kurtuluşunun kesinlikle devrimci şiddete ihtiyaç duyması, iktidar savaşının nihayetinde iki silahlı gücün bir savaşı olarak gerçekleşmesi yadsınamaz bir gerçekliktir. Bunu yadsıyanlar mevcut gerici iktidarların kendilerini silahlı güçlerle koruduğunu ya bilmiyorlar (ki mümkün değil) ya var olan silahlı güçlerin gerçekten "düzen koruyucu" olduklarını hiçe sayıyorlar ya da tümüyle karşı-devrimin yıkılmasına, parçalanmasına yanaşmıyor ve onların lehinde tavır alıyorlardır. Biliyoruz ki bu "bilmeyenler", "hiçe sayanlar" ya da karşı-dev-rim lehinde tavır içinde olanlar her türden şiddete karşı olduklarını da propaganda edip genellikle terörizm yalanına ortak olurlar. Bazı durumlarda devlet teröründen bahsetseler de, bu kesimler için gerçek olan şey kitlelerin devrimci eyleminin kaçınılmaz yıkıcı özelliğini benimsememeleri ve karşı-devrimci iktidarın parçalanmasına olumsuz bakmalarıdır. Bu du-ruşlarıyla sonuçta karşı-devrime hizmet ederler. Çünkü savaşın yıkıcı özelliğine karşı çıkmak, yıkılması gerekenin yıkıl-mamasmı istemekten başka bir şey değildir.
Terörizm kitlelerin devrimci mücadelesinden esas olarak silinmiştir. Tekrarlamak gerekirse bu eylemlerin kitlelerin devrimci hareketinde olumlu ya da olumsuz etkileri zayıftır.
Esas olan şey kitlelerin devrimci yöndeki kaçınılmaz hareketi ve bu harekete yön verecek olan, ona önderlik eden Komünist Partilerin ve olabildiği ölçüde küçük burjuva partilerin kitlelere dayanan eylemleridir. Bu nedenle bir şekilde "terörizm" üzerine açıklamalar yapan, kitleleri terörizm yalanlarıyla kendi saflarına çekmeye çalışan, bilinçleri bulandırmaya gayret eden tüm fikirlerin devrimci silahlı mücadeleye set çekmek amacına dahil olduklarını bilmeliyiz.
Devrimci savaşların başlangıçları ve görece uzun süreli güçlenme süreçlerinde halk kitlelerinin silahlanmaları ve silahlı mücadeleye katılmaları zayıftır. Bu durum devrim ile karşı-devrim arasındaki çelişkinin bir özelliği olarak kavranmalıdır. Bu zamanlarda eksiklikler, hatalar, başarısızlıklar mümkündür. Bu süreçlerde karalamalar, kitleleri devrimden, devrimci eylemden soğutma çabaları bir ölçüde etkili olur. Bu durum sadece doğru politik çizginin ısrarlı savunusu ve pratiği ile aşılabilir. Yine Lenin yoldaştan bir alıntı ile bu sürece yaklaşımın ana özelliğini ortaya koyalım:
"Tecrübeden tecrübeye koştuk, kör topal yürüyerek devrimci bir ordu oluşturmaya çalıştık, el yordamıyla yol aldık ve o durumda, görevlerimizi yerine getirmenin yollarını aradık ve görev açıktı. Bugün bu zorluklardan kurtulmuş olmaktan hala çok uzağız. Başında, konuşan ancak zorlukları yenme yollarını tamamen gözardı eden devrimciler gibi tamamen soyut bir şekilde hareket ettik. Doğal olarak, bir çok kişi bizi suçlamaktadır, hatta tüm sosyalistler ve sosyal demokratlar bugün bile, sonunu nasıl bitireceğimizi bilemediğimiz bir şeye başladığımızdan dolayı bizleri suçluyorlar. Ancak tüm bunlar, yaşayan ölülerin saçma suçlamalarından başka bir şey değildir. Devrimlerin en büyüğünü yapmaya, onu sonuna kadar nasıl yürüteceğimizi önceden bilerek başlamamız nasil mümkün olabilirdi? Hayır, kararlarımız, yalnızca kitlelerin tecrübesinin içerisinden yükselebilirdi."
Silahlı mücadelenin koşulları üzerine açılımlar yapmak bu yazı için çok gerekli değildir; sununla yetinelim: Faşizm koşullarında, yarı-sömürge bir ülkede devrimin objektif şartları esas olarak vardır. Ancak bu, savaşa etkin bir hazırlığı, halk kitlelerinin savaş hakkındaki bilinçlerinin açığa çıkarılması ve doğru bir yönelimde geliştirilmesi gereğini, Lenin yoldaşın belirttiği gibi "kararlarımız, yalnızca kitlelerin tecrübesinin içerisinden yükselebilirdi" anlayışını ve burada özellikle belirtmek gerekir ki Marksist savaş tarihinin ve düşmanın savaş tecrübesinin elde edilmesi zorunluluğunu ortadan kaldırmaz. Kendimizi tümüyle savaşa hazır hale getirmediğimiz durumda yenilgilerimizin kavranması da mümkün değildir. Kendimizi savaşa her bakımdan koşullamadığımız taktirde halk kitlelerinin düşman tarafından karartılmış bilinçlerini doğru bir yönelimde geliştirmemiz de imkansızdır. Ve yine savaş tecrübemiz karanlıklar içindeyse savaşı başından itibaren kazanmaya muktedir bir umut (teorik düzeyde de olsa) ile geliştirmemizi sağlayacak birikime sırtımızı çeviriyoruz demektir.
Buradan varacağımız sonuç, zorunlu bir silahlı mücadele içindeyken görevlerimizi eksiksiz yerine getirme sorumluluğumuzun büyüklüğüdür. Savaşa hazırlığı ise ancak savaş içinde gerçekleştirmek bizim koşullarımızda bir zorunluluktur. İbrahim yoldaşın şu belirlemesi tam da bu gerçekliğin altını çizmektedir:
"Diğer yandan, köylük bölgelerdeki faaliyetimizin muhtevası ve biçimi, Şafak revizyonizminden ayrıldığımızdan beri hızla değişmiştir. "Barışçı" propaganda ve ajitasyonun yerini silahlı mücadele biçimleri, silahlı propaganda ve ajitasyon metotları almıştır. Ayrıca, hakim sınıfların genel olarak devrimci faaliyetlere karşı, özel olarak köylük bölgelerdeki devrimci faaliyetlere karşı tutumu da son derece değişmiştir. Hakim sınıflar, köylük bölgelerde devrimci faaliyetlere meydan vermemek, mevcut faaliyetleri yoketmek için azgın saldırılara girişmektedirler. Ufak bir ihbar üzerine büyük birlikleri harekete geçirmektedirler. Bir veya birkaç kişinin üzerine yüzlerce, binlerce askerle gitmektedirler. Bu sebeple "barışçı" propaganda ve ajitasyona, özellikle köylerde imkan da kalmamaktadır. Bu yüzden, köylük bölgelere gönderdiğimiz kadroları silahlandırmak, hakim sınıfların silahlı saldırılarına karşı yine silahla karşı koyacak hale getirmek zorundayız. Ayrıca, tabiatın güçlüklerle dolu şartları da kadroları silahlandırmamızı zorunlu kılmaktadır."
Eğer devrimci mücadele silahlı mücadeleyi şart koşuyorsa, devrimci çalışmaların düşman tarafından engellenmesine karşı durulması bir gereklilik ise (kimse bunu inkar edemez) o halde başından itibaren silahlı bir örgütlenmenin gereğine inanmak gerekir. Bunu belirleyen objektif şartlardır.
Terörizm olarak adlandırılan bu anlayışımız ve pratiğimiz açıktır ki devrimin zorunlu bir hamlesidir. Terörizm ile hiçbir ilişkisi de yoktur.
Gerilla savaşını, gerillaları "terörist" olarak karşısına alarak devlet, esas olarak onun devrimci özünü, kitleleri kurtuluşa götürmeyi amaçlayan siyasal içeriğini gizlemek istemektedir. Ve yine, haksız bir savaş sürdüren devlet bu sayede alçakça gerçekleştirdiği katliamlarını, yoksul köylülere yönelik baskılarını, gerillaya azgınca gerçekleştirdiği saldırılarım, kitle eylemlerine karşı gösterdiği tahammülsüzlüğünü aklamaya çalışmaktadır. 8 Mart etkinlilerinde kitleye saldırısına nasıl meşruluk kazandırdığını anımsayalım: "Terör örgütü lehine slogan attılar", hapishane katliamına nasıl meşruluk kazandırdıklarını unutmayalım: "Teröristleri kendilerinden kurtardık", 12 yaşındaki Uğur Kay-maz'ı babası ile birlikte katleden devletin yaptığı açıklamayı hatırlayalım: "O bir teröristti"... Dersim'de kışın gerçekleşen MKP gerillalarının bulunduğu barınağa yapılan baskında iki gerilla sağ olarak ele geçirildikleri halde orada katledildiler; nedeni "terörist" olmalarıydı... Namık Dursun çatışmalarda, baskınlarda, pusularda "sağ terörist" istemediğini söylemekte, ölüm kararlarını baştan almakta ve uygulatmaktadır.
Bu konuda faşist devlet, onun hükümeti emperyalizm tarafından öne sürülen, gerçekleştirilen politikaları takip etmekten başka bir şey yapmıyor. Emperyalizmin bugün dünyada gelişen devrimci savaşlara terörizm yaftasını yapıştırdığını herkes bilmektedir. Üstelik bunu pervasızca yapmaktalar. Adalet Bakam dünya devletlerini "terörizm" hakkında ortak bir görüşü benimsemeye çağırırken "benim teröristime başkası özgürlük savaşçısı demektedir. Bunun düzeltilmesi gerekir" demektedir. Irak direnişçilerine denilenleri hatırlayarak faşist hükümet sözcüsünün bu anlayışını bir araya getirin, ortaya nasıl bir acizlik çıktığını çok net göreceksiniz. Silahlı mücadeleyi kitlelerin gözünde, Marksist - Leninist - Maoist
savaşçıların ret ettikleri bireyci terörle aymlaştırarak saygınlığım zedelemeye çalışmaktalar. "Sosyal Barış"ı savunduklarını, buna çalıştıklarını söyleyerek, gerçekte yaptıklarını gizleyerek, "terörizm" ile mücadele ettiklerini söyleyerek halkı kandırmaya çabalamaktadırlar. Böylece kitleleri kendi saflarına çekmeyi ya da en azından tarafsızlaştırmaya gayret etmektedirler.
Bu tutum emperyalizmin tutumuyla uyum içindedir. Bir taraftan karalamalarla örtülmeye çalışılan devrimci mücadeleye karşı çıkmayı sağlamayı hedefliyorlar diğer taraftan katliamların, devrimci çalışmalara yönelen kanlı baskıların gerçekleşmesi için zemin hazırlamaktalar.
Parti tarafından başlatılan ve sürdürülen silahlı mücadele halkın sınıf mücadelesinin bir devamıdır. Siyasi mücadelenin silahlı devamı olan bu savaş halk kitlelerinin desteğini ve katılımını kazanacak öze ve yeteneğe sahiptir. Bunu başarıya ulaştıracak çetin bir yolumuz olduğu doğrudur. Bu yola girilmiştir. Bu yolun kızıl fenerle aydınlatıldığı gerçeği bizleri gerilla savaşına sarılmaya, onun tüm hazırlığının savaş içinde gerçekleşeceğine sonsuz güven duymaya götürmektedir. Halkımız bu haklı savaşın, halkın devrimci yöndeki ilerlemesine uyumlu savaşın gerçek özne-sidir. "Yaşasın halkın devrimci ordusunu başlatanlar!"
Özel Sayı Îşçi-Köylü-Kurtuluşu Mayis 2005 "
Abonnieren
Kommentare zum Post (Atom)
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen